Hiçlik Makamı: İnsanlık Hali Üzerine Bir Düşünce
Nasrettin Hoca, karşısına çıkan bir adama kim olduğunu sorar. Adam kendinden emin bir şekilde cevap verir:
“Ben mutasarrıfım.”
Hoca, onun bu gurur dolu ifadesine karşılık sorularını sıralamaya devam eder:
“Sonra ne olacaksın?”
“Vali olurum.”
“Daha sonra?”
“Vezir olurum.”
“Peki ya ondan sonra?”
Adam başını eğer, sesini alçaltır ve cevap verir:
“Hiç.”
Bunun üzerine Hoca, hayatın basit ama kaçınılmaz gerçeğini gülümseyerek dile getirir:
“Ben şimdiden senin yıllar sonra ulaşacağın yerdeyim: Hiçlik makamında!”
Bu hikaye, insanın varoluşu üzerine derin felsefi sorular ortaya koyar. Hayatın anlamı nedir? İnsan, kendisine yüklediği rollerden ve dünyaya bıraktığı izlerden ibaret midir, yoksa bu rollerin ötesinde bir varlık mıdır? Hoca’nın basit ama çarpıcı sözleri, bu soruların cevabını hiçlik kavramında aramamıza olanak tanır.
Hiçlik: Yokluk Değil, Birlik
Hoca’nın bahsettiği “hiçlik,” yalnızca bir yok olma hali değildir. Aksine, insanın tüm dünyevi yüklerinden arınıp evrenin saf gerçeğiyle bütünleşmesidir. Hiçlik, insanın kendisiyle ve varoluşuyla yüzleştiği bir aynadır. Aynı zamanda, dünyadaki her şeyin gelip geçici olduğunu kabullenmeyi ve bu geçiciliği bilerek yaşamanın bilgelik olduğunu ifade eder.
İnsan, bu dünyada bir şeyler olma çabasıyla hayatını harcar: bir mevki, bir isim, bir statü... Ancak bu çabaların özünde, kendi varlığını anlamlandırma ve dünyaya bir iz bırakma isteği yatar. Fakat zamanın mutlak akışı içinde tüm bu çabalar, kumdan kaleler gibi eriyip gider. Geride ne isim, ne de unvan kalır; yalnızca hiçlik.
Hiçlikteki Bilgelik
Hiçliği kabul etmek, insanın kendi varlığını küçültmesi değil, aksine yüceltmesidir. Çünkü bu kabul, insanın evrenin bir parçası olarak varlığını hissetmesi anlamına gelir. Hırsların, kıskançlıkların ve geçici arzuların yerini, tevazu ve bilgelik alır. Hayatta anlam aramak yerine, hayatın kendisinin anlam olduğunu fark ederiz.
Bu bağlamda hiçlik, insanın bireysel benliğinden sıyrılarak kolektif bir varoluşa geçmesidir. Makamların ve unvanların önemini yitirdiği bu bilinç hali, insanı gerçek mutluluğa ve huzura taşır. Çünkü insan, artık yalnızca “bir şey” olmaya çalışmaz; “her şey” ile bir olur.
Hoca’nın hikayesi, zamanın dönüştürücü ve kaçınılmaz gücünü de hatırlatır. Zaman, herkes için eşit bir cetveldir; ne bir vezir ne de bir sadrazam, bu cetvelin dışında kalabilir. Bu gerçeği kavramak, insanın daha dengeli ve anlamlı bir yaşam sürmesini sağlar. Çünkü artık kibir ve hırs yerini tevazuya, geçicilik ise kalıcı değerlere bırakır.
Sonuç olarak, Nasrettin Hoca’nın mizahi ama derin hikayesi, bize şu soruyu sormamızı önerir:
“Hayatın sonunda hepimizin varacağı aynı noktaya, bugün nasıl bakıyoruz?”
Hiçlik makamını hayatın sonunda değil, bugünden kucaklayan insan, hem kendi içinde hem de dünyada daha derin bir anlam bulur. Çünkü gerçek bilgelik, insanın kendi sınırlarını fark ettiği yerde başlar. Ve o sınır, aynı zamanda sonsuzluğa açılan bir kapıdır.
Birol Keskin