14-16 AĞUSTOS GÖKÇEADA İMROZ MERYEMANA ŞENLİKLERİ: TARİH, KÜLTÜR VE İNANCIN BULUŞMA NOKTASI
Katolik ve Ortodoks Hıristiyanlıktaki en büyük bayramlardan biri olan Meryem’in Göğe Alınışı Bayramı, kilise geleneklerine göre, 15 Ağustos günü kutlanır. Meryem’in Göğe Alınışı Bayramı geçmişi ilk yüzyıla kadar uzanan eski bir kilise geleneği olsa da bunun kilise tarafından resmi kabulgörmesi 451 yılındaki Kalkedon yani Kadıköy Konsülü’ne dayanmaktadır.
VIII. yüzyıla gelindiğinde Papa Adrian, Kilise Terminolojisi üzerinde değişiklikler yaparken Meryem Ana Günü’nün, Meryem’in Göğe Yükselişi olarak değiştirdi. Fakat Göğe Yükseliş Doktrininin net olarak tanımlanması ve Katolik Kilisesi dogması haline gelmesi ancak 1950 yılında Papa 12. Pius döneminde gerçekleşti. Dogmaya göre Meryem, İsa Mesih gibi doğrudan göğe yükselmedi. Göğe, İsa Mesih tarafından, yükseltildiğine inanılır.. Ayrıca Ortodoks inancına göre, Temmuz ayının ortasından itibaren hayvansal ürünlerin tüketilmesinin yasak olduğu bir aylık oruç, 15 Ağustos günü sona eriyor. İşte o gün tüm Ortodokslular için kutlama süreci oluyor. ‘Panayır’ sözcüğü dil kökeni olarak bayram anlamına gelen panegiri sözcüğünden geliyor. İslam inancının aksine Ortodokslular kutsal kişilerin ölümünü eğlencelerle kutluyorlar. 15 Ağustos Meryem Ana Panayırı da onlardan biri.
Panagia Panayırı nedir?
Gökçeada'da yaşan Rumlarının en önemli bayramı olarak adlandırılan Panagia Meryem Ana`nın ölümsüzleşip Tanrı katına yükselişinin kutlandığı, Meryem Ana ve azizler adına adanan adakların kesilip rit (toplu) yemeklerinin eğlenceler eşliğinde yendiği, bir çok ritüelin yaşandığı tarih aralığıdır. 14 - 16 Ağustos tarihi arasında Gökçeada'da kutlanır.MeryemanaPanayırı. Ada'nın en büyük günü! Bir zamanlar boynu bükük terk etmek zorunda kaldıkları adaya son yıllarda Yunanistan'dan eş dost, eski komşular bu döneme özel geri gelir. Köy meydanına masalar kurulur Gökçeada’nın köylerinden olan Zeytinliköy, Dereköy, Bademli ve Tepeköybirer Rum köyüdür. Her ne kadar bu köylerde günümüzde az sayıda Rum yurtaş yaşıyor olsa da. Aslında 15 Ağustos Meryem Ana Panayırı Gökçeada’da sadece Tepeköy’dekutlanır, diğer köyler de bu köye gelirmiş. Özellikle 1965 yılından sonra. Ancak günümüzde bu köylerin hepsinde irili ufaklı kutlamalar gerçekleşiyor. Sanırım sürgünden gelen İmrozluların kendi köylerinde bulunma isteği bu etkinliğin diğer köylerde de gerçekleşmesini sağlamış.
GEÇMİŞTEN BUGÜNE ETKİNLİKLERİNDEN ANILARDA KALANLAR
Aslında 15 Ağustosun hazırlıkları bir gün önceden yani 14 Ağustos akşamı başlıyor. Akşamdan kilisenin bahçesinde kesilen kuzular, parçalanıp yıkanıyor ve kazanlara konuyor. Ertesi gün sabah odun ateşinin üzerine konulan bu kazanlar, saatlerce pişiriliyor. Bu sırada erkekler sırayla pişen bu kazanları karıştırıyorlar. Erkekler kazanları karıştırırken, kadınlar da evlerde ‘kukurati’ denilen keşkeğe benzer bir buğday yemeği hazırlıyorlar. Anlayacağınız o gün, bütün köy seferber oluyor. Dereköy’ün çamaşırhanesindeki ocaklara kurulan üç kazanı karıştıran erkekler, bir yandan da boyunlarına astıkları havlularla terleyen yüzlerini siliyorlar. Ağustos sıcağına eklenen ateşin sıcaklığı bu durumu oluşturuyor elbette. Ama günün kutsallığı ve akşamki ‘ortak sofra’ bu çileli kazan karıştırmayı doğallaştırıyor. Bu sırada kuzuların böbrek, ciğer, bonfile gibi kısımları başka bir ateşte ızgara edilerek, kazan karıştırma nöbetinde olan erkeklere ikram ediliyor. Elbette bu bölümler bizim gibi ‘Tanrı’ misafirlerine de düşüyor tabi ki. Şarap ya da benzeri içkiler, bu anlık atıştırmaya eşlik ediyor elbette. Bütün bu hazırlıklar akşama doğru şekilleniyor. Evlerde yapılan keşkekler, kazanlarda pişirilen etler köy meydanına kurulan masalara konuluyor, evlerden getirilen başka meze çeşitleriyle bu masalar renkleniyor. Bu sırada meydanda bulunanlar bu ikramları yiyerek günün akşama doğru taşınmasına tanık oluyorlar. Elbette şarap ve rakının varlığı, akşamın keyifli geçeceğinin habercisi oluyorlar.‘’…O yıl 15 Ağustos Meryem Ana Bayramı her sene olduğundan daha görkemli geçeceğe benziyordu. İmrozlular o yıl daha fazla kurban bağışladı. Kilisenin pişirip dağıttığı etler, et suyuna keşkek herkese yetti. Akşama yapılacak eğlence için hepimiz çok hevesliydik.Adada panayır akşamları iple çekilirdi. Eğlence sabaha kadar sürer, müzik eşliğinde horona katılanlar yorulmak bilmezdi. O gün ev yapımı şaraplarımız doyasıya içilir, tuzlu fıstık, keçi peyniri yenir, günlük dertler unutulur, eğlencenin, dostluğun, İmrozlu olmanın tadı çıkarılırdı. Köy meydanına kurulan masalara yerleşenler müzik eşliğinde sohbet edip eğlenirken ya da dans sırasında yeni arkadaşlıkların bazen de aşkların temelleri atılırdı…’’ Konca Altan’ın eşsiz güzellikteki ‘Rüyaların Öldüğü Ada’ kitabının kahramanı Maria, 1951 yılının panayırını yukarıdaki cümlelerle aktarır.
Geçen yıllar, duyguları diri tutsa da kolaylaşan hayat, geleneklerin şekillenmesini sağlıyor. Akşam eğlencesine tanık olmak için gittiğimiz Tepeköy’de karşılaştıklarım düşüncelerimde yanılmadığımı gösteriyor. Meydandaki dut ağacının altına tavernaların attığı masalar, geceyi bekliyor. Vasil’in işlettiği köy kahvehanesi hınca hınç dolu. Meydana bakan evlerin duvarlarına dizilmiş insanlar, evlerinden getirdikleri sandalyelere kurulan köyün yaşlı sakinleri gecenin akışını bekliyor. Bu sırada tavernaların masaları yavaş yavaşdoluyor. Mezeler, rakı şişeleri çalışanların ellerinden geçip masaları renklendiriyorlar. Herkes en güzel giysilerini giymiş. Kadınlar çok şık, erkeklerse bakımlı. Tavernadan yükselen Yunanca müzik sesi, meydanın üzerinden geçip tüm köyü ele geçiriyor.
Gece aktıkça, kalabalık çoğalıyor. Herkes ‘o anı’ bekliyor. Müzik tanıdık bir tınıya geçince beklenen an geliyor. Şık iki kadın meydana çıkıp, kollarını birbirlerinin omzuna dayayarak müziğin ritmine göre hareket ediyorlar. Yunanca sürüklemek anlamına gelen ‘sirto’ oynuyorlar. Bu iki cesur kadına, 3-4 kadınlı erkekli grup eklenince, halay büyüyor.
Artık, gece rahatlıyor. Tepeköylüler, bugün için dünyanın farklı yerlerinden gelen İmrozlular ve bu güne tanık olmak isteyenlerin iç içe girdiği kocaman bir kalabalık meydanı doldurmanın ötesinde, çok farklı duyguları taşıyorlar. Meydanda dans edenlerin sayısı gittikçe artıyor. Gittikçe büyüyen halay alana sığmayınca, irili ufaklı halaylar meydanın farklı yerlerinde oluşmaya başlıyor. Sirtakinin başlamasıyla birlikte, meydan daha da şenleniyor. İzlerken kolay gelen bu zor dansın ritmi ve müziğin tınısı, o gün Gökçeada’da bulunmanın keyfini yaşatıyor. Elbette on yıllardır adada yaşanan panayırları yaşayan/yaşatan İmrozluları unutmadan. Gece, yarıya ulaştığında meydandan ayrılıyoruz. Sirtakiyi ve anı gerçek sahiplerine bırakarak.
BU YILKİ ETKİNLİKLERDEN İZLENİMLERİMİZ.
Yine de 15 Ağustos 2024’te gerçekleşen Meryem Ana Panayırı’na bu yıl bende iştirak ederek şenlikleri aktarmak adına katıldım. Bu özel güne son yıllarda yerli turistlerin gösterdiği ilginin fazlalığı da meydandaki kalabalıktan anlaşılıyor olduğu görülüyor. Panayıra tüm yönleriyle tanık olmak için, 14 Ağustos’ta Zeytinliköy’e gidiyoruz.
Eskiden 14 Ağustos sabahı köyün gençleri evlerin kapılarını çalarmış. Kapıyı açanın üstüne su, un, domates, yumurta gibi şeyler atarlarmış. Bunun bir şaka olduğunu bildikleri için kimse darılıp gücenmezmiş. Tepeköy, panayıra evsahipliğiyapan köy. Hala devam eden geleneğe göre, 14 Ağustos akşamı hayvanlar kesiliyor ve kazanlarda pişiriliyor. 15 Ağustos'da köyün meydanına kurulan kazanlarda yemek, tatlı, şarap dağıtılıyor ve toplu halde yeniyor. Sonra dans, şarkılar başlıyor. Sabaha kadar eğlence devam ediyor.
Ev Şarabı eskiden Gökçeada'da hemen hemen her evde ev şarabı yapılırmış. Kendi bağlarından topladıkları üzümleri yıkayıp temizledikten sonra büyük bir tekneye koyar, ayaklarıyla ezerlermiş. Ezilen üzümler sonra ahşap fıçıya ya da küpe konulup ağzı sıkıca kapatılırmış. Mayalanması için 10-15 gün fıçıda bekletilirmiş. Sonra süzülmesi için sepete dökülürmüş. Çöplerinden ayrılan şarap 1 aylığına tekrar başka fıçıya konulurmuş. Orada tortusunu bırakan şarap daha sonra başka bir fıçıya konulup uzun süre bekletildikten sonra içilirmiş. Gökçeada'da hala birçok Rum ev şarabı yapmaya devam ediyor.
Gökçeada Tepeköy’de de 15 Ağustos tarihinde bu kutlamalar yüzyıllardır yapılıyor. Yortu olarak yüzyıllardır imece usulü gerçekleşen etkinlikler son yıllarda panayır adı altında turistik (ticari) bir dönüşüme uğramıştı. Nasıl dönüşmesin. Toplam kış nüfusu 10.000 kişiyi bulmayan Gökçeada’ya (Rum nüfus 1000 den az) bugün için onbinlerce İmrozlu dünyanın dört bir yanından (Avrupa, Amerika, Avustralya vb.) bu günü yaşamak ve yakınları ve tanıdıklarıyla buluşmak amacıyla adaya geliyor.
Bu günün özelliği adada sadece kutsal bir gün anması yanı sıra tüm dünyadaki İmrozluların (ve İmroz severlerin) yılda bir kez de olsa buluşma noktası. Bu festivaldeki izlenimleri daha geniş olarak Düzgün Tv’de paylaşacağımızı bildirerek şimdilik bu etkinlik izlenimlerime son veriyorum.. Görüşmek üzere tarih dostları.