Türkiye’nin Tapusu Lozan’a Ömür Biçme Bilgiçliği ve Aymazlığı
“Eğer Kurtuluş Savaşı olmasaydı, eğer Lozan Barış Antlaşması gerçekleştirilmeseydi, eğer Cumhuriyet kurulmasaydı, eğer Mustafa Kemal olmasaydı, Türkiye Sevr Antlaşması ile kendisine biçilen utanç verici giysinin içinde kuruyup gidecekti!”
Cahit Kayra / Sevr Dosyası
Mustafa Kemal Atatürk’ün gerçekleştirdiği Türk Devrimi’nin en önemli aşamalarından birisi, kuşkusuz Lozan süreci ve Lozan Antlaşması’dır. İsmet İnönü’nün, ‘Hasta Adam’dan bir devlet doğdu.’ şeklindeki yargısı ise, Lozan ile Cumhuriyet arasındaki ilişkinin derinlikli ve özlü bir tanımıdır.
Cumhuriyet, yüzlerce yıllık bir hesabın görüldüğü, sekiz-dokuz aylık bir masa başı hesaplaşmasının arkasından imzalanan Lozan Antlaşması’ndan sonra ilan edilmiştir. Bu yıl, Devrim Tarihi’mizin her iki ardışık dönüm noktasının yüzüncü yıl dönümündeyiz. Ulusça, sonsuzluğa akması kararlığında olmamız gereken Türkiye Cumhuriyeti açısından yüz yıllık bir ömür, elbette uzun bir ömür değildir. Ancak, geride bırakılan bu yüz yıllık dönem, felsefi ve bilimsel yönleriyle bir yüzüncü yıl muhasebesinin yapılmasını da kaçınılmaz kılar. Yazık ki içerisinde bulunduğumuz siyasal süreç, anılan ölçekteki bir muhasebe zemininden yoksundur. Kuruluş özünden koparılmış, içi boşaltılmış ve boşaltılmakta olan Cumhuriyetimiz adına, içtenlikten yoksun, hamaset içerikli söz ve eylemlerle bezeli, olası sıradan yüzüncü yıl kutlamalarına ise tarih bilincine sahip çevreler tarafından bir değer yüklenemeyeceği açıktır.
Yüz yıl önce gerçekleştirilen bir aydınlanma devriminden sonra Türk toplumunun, Orta Doğu’da örnekleri görülen bir bataklığa çekilme çabasının, dünya siyasal tarihinde bir başka örneğinin olmadığı bilinen bir gerçektir. Bu nedenle toplumu çağın gerisine çekme yönelimini, bir akıl tutulması olarak değerlendirmek yerinde olur. Temeldeki sorun, aslında aydınlıkla karanlığın tarihsel mücadelesidir ve karanlığın en elverişli gıdasının da cehalet olduğunu unutmamak gerekir.
Sahip oldukları maddi veya manevi tüm değerleri, Atatürk’ün gerçekleştirdiği Türk Devrimi’ne borçlu olan ve elde ettikleri olanakları çekinmeksizin kullanan kişi ve çevreler, kendi siyasi ve ticari çıkarları adına - yer yer kendileri de cehaletin çukuruna düşmeyi göze alarak- söz konusu cehalet gıdasını şimdiye değin cömertçe kullandıkları gibi halen kulannmaya devam etmektedirler.
Özünde Atatürk, Türk Devrimi ve laik cumhuriyetle kavgalı olan bu çevrelerin, özellikle saltanatın kaldırıldığı 1 Kasım 1922’den beri izledikleri belirgin bir strateji dikkat çekmektedir. İsmet İnönü üzerinden Atatürk’e, Lozan üzerinden hem Atatürk’e hem İnönü’ye, din üzerinden laikliğe veya laiklik üzerinden Cumhuriyet’e saldırma, söz konusu stratejinin önemli bir ayağıdır. Devlette elde edilen güçle doğru orantılı olarak kişilerden, basın yayın organlarına, kurum ve kuruluşlara kadar geniş bir yelpazede yer alan etki ajanları vasıtasıyla da yeni bir tarih yazımına yeltenmek suretiyle toplum mühendisliği yapmaya çalışmaktadırlar.
Özellikle Lozan Antlaşması üzerinden Cumhuriyet’e saldırı, son yılların en popüler beyin yıkama yöntemlerinden birisi olmuştur. Lozan süreci ve Lozan Antlaşması, yerli ve yabancı araştırmacıların ürettikleri çok sayıda bilimsel eserlerle - deyim yerindeyse – didik didik edilip gerçekler, olanca açıklığı ile sergilenmişken, üretilen akıl almaz şehir efsaneleri bir türlü gündemden düşmüyor. Lozan’da, Musul’u ve on iki adayı kaybetmekten tutun da büyük toprak kaybına, İngilizin dayatması ile hilafetin kaldırılmasına, Lozan’ın petrol ile ilgili sözde gizli maddeleri olduğuna kadar pek çok konuda yazılıp çizilenler, sosyal medyanın da etkisiyle kulaktan kulağa yayılmış - ne acıdır ki- kimi diplomalı cahiller de dahil toplumun azımsanamayacak bir kesiminde alıcı da bulmuştur.
Lozan sürecinde, İnönü üzerinden Mustafa Kemal’e yönelik örtülü, İnönü’ye ise cepheden muhalefetin temelsizliği ve özünde bir senlik-benlik direnci olduğu, ikinci Lozan görüşmelerinden önce Büyük Millet Meclisi’nde yapılan tartışmalar sırasında, aslında gerçeklerin, muhalifler tarafından utangaç kabulü ile anlaşılmış olmalıdır. Sonraki süreçte ise, Lozan eksenindeki çarpık tartışmanın, İslamcı ideolog olarak tanınan ve Büyük Doğu Dergisi aracılığı ile diğerleri gibi günümüz kimi siyasi iktidar elitlerinin de etkisi altında kaldıkları veya rahle-i tedrisinden geçtikleri, ayrıca karakter yapısı açısından pek de iyi bir sicili olmayan şair (tartışmasız iyi bir şair) Necip Fazıl Kısakürek ve misyonunu (özgörev) tamamladıktan sonra 2019 yılında vefat eden, tescilli Atatürk, devrim ve Cumhuriyet düşmanı, Milli Mücadele’yi keşki Yunan kazansaydı diyecek kadar sapıtan ve küçülen Kadir Mısıroğlu tarafından sürdürüldüğü görülür.
Ülkelerin tarihsel yürüyüşünde önemli roller üstlenmiş kişiler ve onların sürüklediği tarihsel süreçler de kuşkusuz eleştirilebilir. Ancak bu eleştiri, akıl ve bilim ötelenmeden, ayrıca vicdanlar da karartılmadan yapılmalıdır. Uğur Mumcu’nun nitelemesiyle; ‘bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma’ ve ‘bilgiçlik taslama’ hevesine kapılıp, tarihi yapan ve yazanlara karşı saygısızlık yapanların, içerisine düştükleri gülünçlük ise psikoloji anabilim dalının inceleme alanına girer.
Emperyalizme karşı verilen üç buçuk yıllık bir kanlı boğuşmadan sonra vatan yapılan bu topraklar üzerinde özgür bireyler olarak yaşayan insanların, gerçekleri saptırarak Lozan Antlaşması’na yıkıcı nitelikte anlam yüklemeye çalışmaları, örneğin 2023’te antlaşmanın süresinin dolacağını iddia etmeleri, son tahlilde kim veya kimlerin işine yarayacaktır? Bu sorunun yanıtını görmek için Lozan’da Türk delegasyonunun muhatabı olan siyasiler başta olmak üzere, sayısız yabancı devlet adamı, bilim insanı, tarihçi, asker ve gazeteci tarafından yapılmış olan değerlendirmelere bakmak yeterlidir.
Lozan’ın hezimet olduğunu ileri sürmenin, süreli bir antlaşma olduğu yolunda söylemler geliştirip yazıp çizmenin, salt emperyalizmin işine yarayacağı çok açıktır. İşte Lozan, yüzüncü yılına girmiş bulunuyor. Milli Mücadele’deki yenilgilerini ve arkasından imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nı bir türlü içlerine sindirememiş olan emperyal güçlere ve onların maşalarına, acaba, buyurun gelin işgali yeniden başlatın deme soysuzluğu mu sergilenecektir?
Aslında koca bir imparatorluğun sonunu getiren 10 Ağustos 1920 tarihli Sevrès (Sevr) Antlaşması ile Lozan’ın küçük bir kıyasını yapmak bile, Lozan Antlaşması’nın ne olup olmadığını anlamak için yeterlidir. Çünkü Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bir tez olarak ileri sürülen Sevr’in anti tezi, tartışmasız Lozan’dır.
İsmet İnönü başkanlığında Lozan’a gönderilen Türk Delegasyonu’nun, o ana dek kaybedilmiş olan milyonlarca kilometrekarelik Osmanlı topraklarını geri alma gibi bir özgörevi olmadığı gibi, zaten kendilerine Ankara’da verilmiş olan on dört maddelik yönergede de bu doğrultuda bir hüküm yoktur. Lozan görüşmelerinde varılmak istenen öncelikli hedef, Milli Mücadele’de yenilgiye uğratılan emperyalist devletlere, inşasına koyuldukları yeni devleti, bu kez masa başındaki bir savaşımla kabul ettirmek, Osmanlı tarafından verilmiş olan kapitülasyonların ekonomik tutsaklığından arındırmak ve uluslararası platformda o gün için henüz adı konmamış (23 Nisan 1920 tarihinde BMM’nin açılması ile kurulmuş olmasına karşın) devletin bağımsızlığını onaylattırmaktır.
Lozan Antlaşması’nın her aşamasını yakından takip eden Mustafa Kemal Atatürk, Büyük Söylevi’nde Sevr ile Lozan Antlaşması arasında kapsamlı bir kıyaslama yaptıktan sonra şunları söyler: ‘... Bu antlaşma, Türk milletine karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşmaı ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir.’ Bilal Şimşir de, ‘Lozan Antlaşması, Türkiye’nin tapu senedidir.’ diyerek aklın ve bilimin ışığı altında Lozan’a yüklenecek anlamı çok yalın bir biçimde dile getirmiş olur.
Lozan, uluslararası bir barış sürecidir. Milli Mücadele’de yenilgiye uğrayan müttefikler, bu barış masasına her ne kadar Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri edasıyla oturma ve ona göre pozisyon alma eğilimi sergilemiş olsalar da Türk Delegasyonu Başkanı İnönü, bir biçimde bu tutum ve davranışın önünü kesmiş, aksine büyük bir diplomasi ustalığı sergileyip, masa başındakilere galip bir devletin temsilcisi sıfatıyla Mudanya’dan geçerek geldiğini hissettirmiştir. Özellikle Birinci Dönem Lozan görüşmelerinde İngiltere Delegasyonu başkanı Lord Curzon, ne zaman ki Mondros dokundurmasına kalkışsa, İsmet İnönü ona Mudanya’yı anımsatmaktan geri kalmamıştır. Avrupa devletleri temsilcilerinin Lozan’daki bu megoloman tavırlarının başlıca nedeni ise, çöküş dönemine girdiği 1699 Karlofça Antlaşması’ndan itibaren hemen bütün isteklerini Osmanlı’ya dikte ettirmiş olmalarıdır. Bu nedenle de İsmet İnönü’nün Lozan görüşmelerini eşitler arasındaki bir görüşme zeminine çekmesinden rahatsızlık duymuşlardır. Görüşme masasında yer alan Türk Delegasyonu’nun herhangi bir ezikliği söz konusu değildir. Aksine, görüşmelerin başlangıcından bitimine dek savunduğu tüm tezlerinde onurlu, kararlı ve inatçı bir duruşu vardır.
Silahlı mücadele safhasını geride bırakarak topluma bağımsız bir vatan kazandırmanın siyasi uğraşına giren ve yine Türk toplumunun geleceğini inşa etmeye koyulan böylesi bir irade ve yapının, süreli bir antlaşmayı imzalamış olduğunu ileri sürmek akıl dışıdır. Lozan Antlaşması’nın onayından önce ve İkinci Büyük Millet Meclisi’ndeki onay sürecinde antlaşmanın kimi maddelerine, ayrıca yukarıda değinilen ve çoğunlukla senlik-benlik ekseninde İsmet İnönü’ye yönelik sert eleştirilerin yapılmış olduğu Meclis tutanaklarında kayıtlıdır. Ancak antlaşma, şu ya da bu nedenle oylamaya katılmayan 60 milletvekilinin dışında, oylamaya katılan 227 vekilden 213’ünün oyu ile onay gördüğüne göre; söz konusu bu 213 milletvekilinin hepsi, ülkenin geleceği üzerinde - söz gelimi - kumar oynayıp, yüz yıl sonra tufan mı demişlerdir?
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, savaşan taraflar, diğer bir deyişle yenenler ve yenilenler arasında imzalanmış olan bütün antlaşmalar ya bir biçimde delinmiş ya da bütünüyle ortadan kalkmıştır. Lozan Antlaşması ise olanca dinamiği ile varlığını sürdüren tek antlaşmadır. 143 maddelik bu uluslararası barış antlaşması, yüz yıllık geçici bir antlaşma değildir. Antlaşma metni madde madde incelenecek olursa, süresine ilişkin bir hüküm olmadığı görülecektir. Bir kez daha vurgulamak gerekirse, antlaşmanın süresi dolmayacak veya kendiliğinden sona ermeyecektir. Ancak, adeta yıkım mühendisliğine koyulmuş çevrelerin yaptığı gibi, sistematik bir biçimde kapıyı aralaya aralaya ardına kadar açar ve biz bu coğrafyada yüz yıllık kiracıydık, süremiz doldu, dolayısıyla evin anahtarlarını teslim etmek istiyoruz denilirse; yüz yıl önce Anadolu’da ev sahipliği yapma macerasına soyunanlar, doğaldır ki hiç duraksamadan gelir ve sahip çıkarlar. İstenen ve özlenen bu mudur, değilse, bu doğrultudaki bir çabanın, önceki benzerleri gibi tarihin arşivine “vatan hainliği” olarak kaydedileceği gerçeği de mi görmezden geliniyor?
Anadolu toprakları bereketlidir. Büyük Atatürk, İsmet İnönü ve onların yol arkadaşları karatında namuslu ve erdemli vatanseverler yetiştirdiği gibi – ne acıdır ki- bolca vatan hainleri de yetiştirmiştir. Olur ya, bu soysuz güruhun düşlediği ve çaba gösterdiği doğrultuda Atatürk’ün kurduğu laik cumhuriyetin bütün bütün çatırdadığının veya yüz yıl önce olduğu gibi vatanın bağrına düşman hançerinin dayandığının görüldüğü an, Namık Kemal’in, Vatan Kasidesi’nde yer verdiği “Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini, Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini” şeklindeki beytini, Mustafa Kemal’in, Sivas’tan ayrıldıktan sonra Kırşehir’e geldiği 24 Aralık 1919 tarihinde Gençler Derneği’nde yaptığı konuşmada; ‘vatanın bağrına düşman dayasın hançerini, Elbet bulunur kurtaracak bahtı kara maderini’ şeklinde değiştirip haykırdığı gibi, bu yurttaki namuslular cephesinden, yine benzer yeni haykırışların yükseleceği iyi bilinmelidir.
Türkiye’nin tapusu olan Lozan Antlaşması’nın yüzüncü yılını kutluyor, laik cumhuriyetimizle birlikte nice yüz yıllara erişeceğine olan güçlü inancımızı bir kez daha vurguluyoruz. Yüz yıl önce imzalanan Lozan Antlaşması ile bizlere onurlu, boyunduruktan kurtulmuş özgür bir vatan kazandıran başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Lozan’da, bu kez bir diplomasi savaşımı vermek suretiyle Milli Mücadele utkusunu taçlandırmış olan İsmet İnönü ve Lozan Delegasyonu üyelerinin unutulmaz anıları önünde saygı ile eğiliyor, Lozan’a ve Lozan üzerinden İsmet İnönü ile Büyük Atatürk’e ve Cumhuriyet’e saldırıp saygısızlık yapanları kınıyor ve onları layık oldukları sıfatla baş başa bırakıyoruz.
Doç. Dr. İhsan Tayhani
Emekli Öğretim Üyesi/ Güre